26 Kasım 2009 Perşembe

Bölüm IV (Takip)


Bir an ne yapması gerektiğini bilemedi. Kafasında kurduğu basit plan değişmişti. Adam git gide ondan uzaklaşıyordu. Hemen toparlanıp peşinden gitmeye karar verdi. Aradaki mesafeyi koruyarak takibe başladı. Fakat gecenin karanlığı çok büyük bir dezavantajdı. Adam köylünün artık kullanmadığı eski orman yoluna doğru gidiyordu. Ormana girerse onu kaybedeceğini biliyordu. Artenis adımlarını hızlandırarak adama yetişmeye çalıştı. Düşmanı sanki bu anı bekliyormuşçasına bir fener yaktı ve yürümeye devam etti. Artenis olanlara bir anlam veremiyordu ama fenerin yanması işine gelmişti. Aynı zamanda adamın orman yoluna gireceğini de kesinleştirmişti. Ne yapmaya çalışıyordu? Kaçıyor muydu? Yoksa her şeyin farkındaydı ve bir tuzak mı hazırlamıştı?

Ağaçların arasından bir görünüp bir kaybolan fenerin ışığını takip etmeye devam ediyordu. Baltasını bağlı olduğu yerden çıkardı. İki karış boyunda bir kabzaya sahip olan baltanın kesici kenarı ayın hilal şeklini andırıyor, keskin uçları etrafındaki bütün ışığı toplarcasına karanlıkta bile parlıyordu. Baltaların vuruş gücüne her zaman hayrandı, gerçek bir savaş baltasının çok küçük kardeşine benzeyen alet sahibinin becerisine ve gücüne bağlı olarak aynı etkiyi yaratabiliyordu. Dengelenmemiş ağırlığı sayesinde daha sert vuruşa, keskin kenarının eğimi sayesinde de artmış kesme kuvvetine sahip bu silah bu boyutlarda ancak bir kılıç kadar ağırlığa sahipti. Bu özellikleriyle de Artenis için vazgeçilmez bir silah olmuştu. Balta kullanmak Artenis'e canice bir zevk veriyor, son vuruşun kendi hamlesi olacağını bilmek ise cesaretini katlıyordu. Takip ettiği ışık bir zaman hızlanıyor, bazen de yavaş ilerliyordu. Ses çıkarmamaya dikkat ederek aynı mesafeden takibe devam ediyordu. Bir süre böyle devam ettikten sonra ağaçlar yüzünden ara ara göremediği ışık tamamen yok oldu. Daha dikkatli baktı ama hiçbir ışık huzmesi yoktu. Kıpırdamaksızın sesi dinledi. Hiçbir şey yoktu, ne bir hışırtı ne bir hareket, gecenin sessizliğinde tamamen donuk bir karanlık. Artenis, ormanı tanımasına ve geceye alışkın olmasına rağmen bulunduğu durumdan huzursuzdu. Neler olduğu hakkında en ufak bir fikir yürütemiyordu. Düşmanı kaçıyor muydu? Yoksa atağa mı geçiyordu?

 

Yol üzerinde ilerlemeye devam etti. Sanki attığı her adımda bir çukura düşecekmiş ya da etrafında onu parçalamaya hazır dağ kurtları varmış gibi temkinliydi. Diğer baltasını da eline aldı. İki elinde de silahı vardı ve sanki gecenin korkutucu sessizliği ile savaşa girecek gibi duruyordu. Gittiği yönde hiçbir şey görünmüyordu. Ağaçlar zaten zayıf gelen ay ışığını tamamen engelliyordu. Düşmanının hayatına son vermek için bu kadar beklememeliydi. Onu gördüğü yerde öldürmeliydi. Elinden kaçırmıştı ve artık bulmak daha da zor olacaktı. Ümitsizce ilerledikleri yönde yolu takip etmeye devam etti.

Bir müddet sonra yolun dışında ormanın içinde aydınlık bir alan fark etti. O yöne baktığında bir ışık gördü ve ışığın içinde bir gölge. O anlık seçilebilen ışık hemen söndü. Adamını bulmuştu. Tekrar kaybetmeye niyeti yoktu. Dalları birbirine girmiş sık ağaçların arasından hızlı adımlarla ışığı gördüğü yöne doğru yürümeye başladı. Bu adam canını sıkmaya başlamıştı. Oyun mu oynuyordu. Birazdan sadece kafasını değil bütün uzuvlarını ayıracaktı. Sinirini karşısına çıkan dallardan alıyordu. Bir an önce oraya ulaşmaya çalışıyordu. Tekrar elinden kaçırmak istemiyordu. Zaten bu iş çok uzamıştı. Bulunması bu kadar zor olan bir korkak neyin tehdidi olabilirdi ki. Ama yinede görevini yerine getirememek demek artık iş alamamak, Khalmendor’un gözünden düşmek demekti. Büyük Artenis’in destansı hikâyesinin rezalet sonu olabilirdi. Artenis savaşmak için doğmuştu, ya öldürecekti ya da savaşırken ölecekti. Adı da bu topraklar var oldukça, insan ırkı yaşadıkça yaşayacaktı. Yaşamdan anladığı ve tek amacı buydu.

Düşmanının siluetini son gördüğü yerde olmalıydı. Durakladığı yerin biraz ötesinde insan eliyle işlendiği bariz birkaç tahta parçası fark etti. Yaklaşıp baktığında tahtaların birkaç parça değil de yekpare irice bir kapıya ait olduğunu gördü ve şaşkınlığını gizleyemedi. Ormanın içinde bir ambarın ne işi vardı? O korkak pislik burada ne işler çeviriyordu? Aslında bunlar umurunda değildi. Aklına öylece gelip silinmişti. Sadece şu pisliği gebertmek istiyordu. Bunun artık görevle alakası kalmamıştı. Eğildi ve yerle hemzemin kapıyı zorladı. Esniyor ama açılmıyordu. İki eliyle yüklenip kuvvetlice çekince kapının bağlı olduğu ip koptu ve kapı açılıp ardına düştü. Işığın kaynağını bulmuştu.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Bölüm III (İlk Buluşma)


Köyde olduğu süre içinde, ticaret için geldiğini söyleyen fakat bir aydır köyde bulunan ve kimseyle konuşmayan gizemli birinin olduğunu öğrenmişti. Bu adam köydeki handa kalıyor, dışarı neredeyse hiç çıkmıyordu.


Hanı birkaç gün gözetledi. Han iki katlıydı. Alt katı bar olarak kullanılıyordu. Barın arkasında han sahibinin kaldığı bir oda, mutfak ve küçük bir deposu vardı. Üst katında ise üç odası ve barı yukarıdan izleyebilecek asma bir koridoru vardı. Sabahları köyde bulunan tüccarlara hizmet veriyordu. Bu tüccarlar buraya yük taşıyabilecek büyük at arabalarıyla gelir köylünün ürettiği ne varsa alıp giderlerdi. Akşama kalmazlar işlerini gün bitmeden bitirirlerdi. Akşam saatlerinde ise köylü gelir bütün günün yorgunluğunu orda atar başlarını taşıyamayana kadar içerlerdi. Ve hiç durmadan ormandan, hayvanlarından, keresteden bahsederlerdi. Hanın hareketliliği çok olsa da handa kalanların sayısı azdı ve bir kapı hep kapalı duruyordu. Düşmanını henüz görmemişti ama hedefini biliyordu.
Ne yapacağı belliydi. Uzatmanın manası yoktu. Bu işi bu gece bitirecek ve Khalmendor’un karşısına övgüleri dinlemek için bir kez daha çıkacaktı. Düşmanının yaptığı gibi onunda kendisini gizlemesi elinde olanı kaçırmaması gerekiyordu. Handa daha fazla görülmemeliydi.

O gün boyunca hanı dışarıdan izledi. Gece olunca içki içmeye gelenlerde gitmiş han boşalmıştı. Bir süre sonra hanın ışıkları söndü ve etraf iyice sessizleşti. Artık son adıma gelinmişti. İçeri girecek ve adamının ruhunu bedeninden ayıracaktı. Birbirinden ayıracağı sadece can ve beden değildi. Beyaz bayraklıların bağlı olduğu Liennah inancına göre başı gövdesinden ayrılan cesetlerin ruhları ebedi huzura asla kavuşamazlardı. Artines de bunu bir alışkanlık haline getirmişti. Hiçbir beyaz bayraklıya ne yaşarken ne de ruhlar diyarında huzur yoktu. Belindeki kuşağına bağlı silahların yerlerini düzeltti ve pelerinini açarak bütün vücudunu örttü. Ardından hana doğru sert adımlarla yürümeye başladı. Tamamen az sonra gerçekleştireceği vahşete odaklanmıştı. Etrafta hiç kimse yoktu, sessizlik öyle alışılmadıktı ki köyde zaman durmuştu sanki. Ortalıkta dolaşan birkaç aç köpek vardı ama geceyle öyle uyumluydular ki fark etmek çok zordu. Hele ki Artemis’in hiç ilgisini çekmemişti. Hana yaklaşırken o karanlıkta hanın kapısının açıldığını gördü. Birden transtan çıkmış gibi kendine geldi. Yanından geçtiği bir evin duvarına kendini yasladı ve görünmemeye özen gösterdi. Gerçi simsiyah peleriniyle yürüyor olsa bile görünmezdi. Açılan kapıdan birisi çıktı, pek seçilemiyordu ama onunda üzerinde bir pelerin ve yüzünü örten bir cüppesi vardı. Kapının önünde durup bir süre etrafa bakındı. Ardından seri adımlarla ama normal bir hızda yürümeye başladı. Artenis onun han sahibi olmadığını biliyordu. Düşmanını canlı kanlı ilk defa görüyordu.





24 Kasım 2009 Salı

Bölüm II (Artenis)

Siyah bayrak askerlerinden olan Artenis büyük bir savaşçıydı. Savaşlar zamanında ikinci orduda bin kişiyi komuta etmiş, ordusunun zaferine büyük bir katkı sağlamıştı. Savaşlara son verildiğinden beri de suikast görevlerini üstleniyordu. Şimdiye kadar beyaz bayrak yandaşlarından yirmi iki şanlı savaşçıyı öldürmüştü ve Khalmendor’un güvendiği, yakın adamlarından biriydi.



Ay takvimine göre kırk sekiz yaşındaydı. Uzun boylu ve kemikli yüzünde parıldayan, sarıya çalan gözleri vardı. Disiplini seviyordu. Askerleri ona saygı duymanın yanında çok da korkuyorlardı. Onu tanıyıp ta aynı hisleri taşımayan olamazdı. Seniterya topraklarında bir trolle dövüşüp ayakta kalan başka bir savaşçı ne görülmüş ne duyulmuştu. Sinirlendiğinde neler yapabileceğini kimse kestiremiyor, isteklerine boyun eğmekten başka çare bulamıyorlardı. Bakışları bile insanı ürpertmeye yetiyordu.


Artenis, emrine verilmiş, canını vermeye hazır elli askeri olmasına rağmen her göreve kendi gidiyor ve hep tek başına çalışıyordu. Bu seferki görevinde de prensibini değiştirmeyi düşünmemişti.


Siyah bayrak köylerinde huzursuzluğa neden olan bir düşmanın peşindeydi. Genç yaşına rağmen ismi tüm Seniterya’ya yayılmıştı. Fakat kimse gerçekten neye benzediğini bilmiyordu. Cesetleri bulunan her askerin ölümünden onu sorumlu tutuyorlardı. Söylentilere göre iyi bir savaşçı olmasının yanında korkunç büyülü güçlere sahipti. Asıl korkutucu olanda buydu. Ama Artenis bunların saçmalıktan ibaret olduğunu ve abartıldığını düşünüyordu. Peşinde olduğu kişinin diğerlerinden farkı yoktu. Kendini kahraman zanneden bir kılıç ustasıydı ve yakında kendi de adı da yok olacaktı. Sadece Artenis’in canını aldığı isyancılar sayılırken anılacaktı.


Artenis’in casuslarından aldığı haberlere göre; düşmanının Khalmendor krallığına yakın ufak bir marangoz köyü olan Aldanic’e gideceği konusunda söylentiler olduğunu öğrendi. Bu sebeple bir haftadır Bargat ormanının güneyinde kurulu olan bu küçük köyde dolaşıyor, aradığı düşmanın kim olduğunu bulmaya çalışıyordu.


Bölüm I ("Bitti...")

Yatağına uzanmış olanları düşünüyordu. Yaşadıkları vücudunu da beynini de yormuştu. İnancını yitirmek üzereyken herşey nasıl da lehine dönmüştü.  Derin bir nefes aldı ve göğüsünü daraltan bütün sıkıntılarla birlikte geri bıraktı. Artık bitmişti. 
"Bitti..."
Ağızından istemeden çıkmıştı. Duyguları o kadar yoğundu ki söylediğini bile farketmedi. Yüzünde bir tebessüm vardı ama hala gergindi. Gelecekte olacakları hayal ederek rahatlamaya çalıştı. Yavaş yavaş bulanıklaşan düşünceler içinde kendini huzurlu bir uykuya bırakırken, kapının parçalandığını duydu ve korkuyla gözlerini açtı. Karanlıktı, hiçbir şey görmüyordu. Sadece kapının olması gerektiği yerde belli belirsiz bir siluet. Ardından bir karaltının hızla yüzüne yaklaştığını hissetti. Elleriyle yüzünü korumaya çalıştı.
Olanlar saliselerle tanımlanabilecek bir zamanda gerçekleşti.

Kollarına kuvvetlice bir şeyin çarpmasından ve alnındaki sıcaklıktan başka hiçbir şey hissetmedi...