30 Ağustos 2010 Pazartesi

Bölüm VI

Tek elini duvara dayayıp güç almak istedi fakat takati kalmamıştı. Olduğu yerde kendine gelene kadar bekledi. Nefes aldıkça soluk borusundaki ağrıyı hissediyordu. Tek eliyle duvara tutunuyor diğeriyle boynunu ovuşturuyor, gözlerini açmak bile zor geliyordu. Kaç kez ölümden döndüğünü kendi bile bilmiyordu ama boğulmak en kötüsüydü. Acı yoktu ama çaresizlik...

Sadece ölüme yaklaştığında tanrıları hatırlardı. Şimdi de o anlardan birini yaşıyordu. Bir yandan şükretmeye başlamışken bir yandan da bu iki yüzlülüğünü düşünüyor ve bunun için de af diliyordu. Tabii boynundaki ağırılar geçince bu inançlı halinden eser kalmayacaktı.
“Ölmek insanı yoruyor” diye düşünüp gülümsedi kendi kendine. Biraz toparlanmıştı. Yanındaki cansız bedene bakarak,
“Öyle değil mi, hokkabaz” deyip hançerini saplı olan bedenden çıkardı. Büyücünün kolunda temizledikten sonra kuşağındaki kınına koydu ve ayağa kalktı. Kıyafetlerinin heryeri çamurlanmıştı. Şu durumda bu önemsenecek birşey değildi. Zaten sebep olan kişi de artık yaşamıyordu. Silkinip büyücünün odasına girdi. Baltalarından biri hemen önündeydi, eğilip aldı. Diğeri, üzeri şişelerle dolu bir masanın altındaydı. Masada değişik renklerde sıvılar bulunan şişeler, bir kasenin içinde kendi kendine kaynayan su, parçalanmış kurbağa uzuvları bulunan bir kap... bir de eski bir kitap vardı. “Büyücü işleri”. Pek anlamazdı bu işlerden, hoşlanmazdı da ama eğer kendini anında bir yere göndermek gibi bir büyü olsaydı bunu yapabilmek isterdi.
Diğer baltasını da alıp yerine yerleştirdi. O sırada gözüne kitaplarla dolu bir raf ilişti. Kitapların arasında tanıdığını sandığı bir kitap gördü. Diğerlerinden daha irice olan kitabın kalın, işlemeli bir kabı vardı. Eskimişti ama gümişi rengini tanımıştı. Ama nereden? Sanki bunu düşünmek beynini açmış gibi birden büyücünün sözlerini hatırladı. “Bachus”, öldürdüğü büyücü düşmanının ismini söylemişti. Düşmanı hala canlıydı, yerde yatan ceset onunki değildi. Gözleri irileşti ve sinirleri gerildi. Girişteki kapıda ışığı gördüğünde içindeki gölge oydu ve burdan çıkmıştı şimdi anlıyordu. Bachus handaydı.


Çok zaman kaybettiğinin farkındaydı. Bu olamazdı. Bugün şanssızlık peşini hiç bırakmamıştı. Gözleri alev fışkırtacak gibiydi. Tanıyanlar Artenis’in bu halini iyi bilirdi. Şu an karşısına ordu çıkarsanız ordunun içine dalar hepsini telef eder yine hıncını alamazdı. Durduğu yerden hızlıca dönerek dışarıya doğru koşmaya başladı. Merdivenlerden sanki uçarcasına çıktı. Kapıdan çıkıp ormanın içinde kalınca önce biraz durakladı. Zifiri karanlık. Hiç birşey göremediği birkaç saniye “keşke lambayı alsaydım” diye düşünürken gözleri karanlığa adapte oldu. Ağaçları ve dalları seçebildiğini farkettiği anda köye doğru tekrar koşmaya başladı. Pelerini ardında havalanıyor, bastığı yumuşak topraktan hiç ses çıkmıyordu. Geceyle bir olmuş karanlık içinde süzülüyordu. Bu haliyle hikayelerde anlatılan ormanın koruyucu ruhlarını anımsatıyordu. Hızını kesmeden koşmayı sürdürdü. Karşısında evler gördüğünde ormandan çıktığını ve köye vardığını farketti. Hana varmaya o kadar konsantre olmuştu ki sanki bedeni otomatik hareket ediyordu. Hemen hana yöneldi ve hızını biraz yavaşlattı. Sokak bıraktığı gibi boş ve sessizdi. Nefesini düzene sokmak için biraz bekledi ve hanın kapısına doğru yürümeye başladı.
Hanın kapısını ittirdi ama kapı kilitlenmişti. Çift kanatlı geniş bir kapıydı. Biraz zorladı kapılar esniyordu. Biraz daha zorladı, gürültü yapıpta hancıyı ve ailesini başına toplamak istemiyordu. Biraz daha yüklenince kapı bir çatırtıyla açıldı. İçeriden herhangi bir ses gelmiyordu, şimdi sıra ikinci kapıdaydı. Bir müddet daha barı süzdü ve kafasını yukarı çevirdi. Üst katta görebildiği odaların kapıları açıktı, ortalıkta kimse yoktu. Düşmanının kaldığı oda bulunduğu yerden görünmüyordu. Üst kata çıkan merdivene doğru hareketlendi. Merdivene yaklaşmışken ardından,
“Hey, nereye gidiyorsun?” diye seslendi hancı. “Kapattık.”
Hancıya doğru döndü. Hancı barın yanından Artenis’e doğru geliyordu. Üzerinde dizlerine kadar gelen geniş bir gecelik vardı ama o bile göbeğini saklayamıyordu. Koca göbeği yürürken sağa sola sallanıyor kendiside yalpalayarak yürüyordu. Yataktan kalktığı belliydi ama canlıydı. Belli ki sesi duymuş ve ürkmüştü.
Artenis, “Bir arkadaşım burda kalıyor da onun yanına geldim.” derken hancıya doğru yürümeye başladı.
“Bu zamanda burda kimse kalmaz. Sana kim dediyse yanlış demiş. Odalar boş.” dedi hancı sinirlice. Artenis’in hareketlendiğini görünce barın köşesinde durarak.
“Ama aradığın geceyi geçirecek bi yerse işte onu ayarlarım.” diye ekledi.
“Arkadaşım Bachus beni burda bekleyeceğini söylemişti. Yanılan sen olmayasın?” dedi Artenis imalı bir şekilde ve karşısında durdu.
“Kendi hanımdan haberdar olmadığımı mı söylüyorsun.” dedi sırıtarak. “Başka birşey istemiyeceksen uykuma devam edeceğim, izninle.” diyerek kapıya doğru başını çevirdi.Artenis çevik bir hamleyle adamın ağızını kapatıp bara yasladı ve hançerini çıkarıp adama gösterdikten sonra kulağının altından boynuna dayadı ve kısık bir sesle,
“Evet şimdi muhabbetimize baştan başlayalım. Beni kral gönderdi ve bir suçluyu arıyorum. Sen ise onu saklıyorsun. Şimdi cevap ver Bachus yukarıda mı?” dedi.
“A- a- adını bilmiyorum. Beni tehdit etti. Karım çocuklarım var. Eğer kimseye söylemez onu korursam birşey yapmayacağını söyledi.”
“Neden köy korucularına haber vermedin peki?”
“Iıh. Ayrılırken çokta altın vereceğini söyledi. Özür dilerim efendim. Ben, ben bilmiyordum. Lütfen kurtarın beni onlardan.”
Adam konuştukça Artenis’i daha da sinirlendiriyordu. Kendi halkından kimseye zarar vermezdi ama bu adam haketmişti. Kimsenin kimseyi korkuttuğu yoktu. Bu adam altın için bir suçluyu saklıyordu.
“Madenlere karşı ilgin var demek he! Al bak bende ne var.” diyerek elindeki hançeri tam kalbine soktu. Adam o an can verdi. Artenis cansız bedeni yere bıraktı. Artık Bachus’ün odada olduğuna emin olmuştu. Sakince merdivenlerden çıktı ve asma koridorda ilerledi. Baltalarını eline aldı ve kapının önünde durdu. Kafasını yere eğip ciğerlerindeki bütün nefesi boşalttı. Nefesini geri alırken kafasını kaldırıp kapıya baktı ve...







24 Ağustos 2010 Salı

Bölüm V(Bachus)

Toprağa gömülmüş, çürümüş kerestelerden yapılmış merdivenin, eski bir görünümü vardı. Yükseklikleri dengesiz dizilmiş bu basamaklar oldukça dikti ve şaşkınlık verecek kadar derine iniyordu. Yirmi, yirmi beş basamak devam eden merdivenin sonunda ışıldayan bir koridor başlıyordu. Duvarlarda ve tavanda birbirini destekleyen kalın tahtalar muhtemelen çökmeyi engelliyordu fakat bu birazda şans gibi görünüyordu. Tünelin içerisinden yüzüne ulaşan ışık, kaynağının sabitlenmiş bir gaz lambası olduğunu düşündürecek kadar hareketsizdi. Ahşap kirişleri bulunan bir tünelde meşale yakılacak değildi ama aradığı kişi lambanın sahibiydi. Artenis çok zaman kaybetmeden merdivenden inmeye başladı. Aşağı inerken hem tünelin sonunu merakından hem de kafasını kirişlerden birine çarpmamak için olabildiğince eğik yürüyordu. İlerledikçe toprak ve küf kokusu artıyor, her nefesinde burnunun içini yakıyordu.
 Merdivenin sonuna ulaştığında dar koridoru ve sonundaki kapıyı gördü. Ama ilgisini çeken koridor boyunca asılı duran hayvan leşleri idi. Kuşlar, fareler, tilkiler, domuz ayakları ve çeşitli hayvan organları. Mide bulandırıcı bir görüntüsü ve iğrenç bir kokusu vardı. Üzerlerinde gezinen böcekler ve içini kemiren kurtlar leşleri hareketli gibi gösteriyorlardı. Düşen böcekler ise balçık kıvamındaki tabana gömülüyordu. Toprak çamurlaşmış ve çok yumuşaktı. Artenis yürümeye devam etti. Kapının yanında asılı duran lamba tam da görmek istediği şeydi. Kapıya vardığında içeri nasıl gireceğini pek fazla düşünmeden silahlarını kaldırdı ve ayağıyla kapıya sertçe vurdu. Kapı bağlı olduğu yerlerden kırılarak parçalandı ve iki kişiyi göz göze getirdi.

 
-------

 
Tahta parçaları etrafa saçılırken düşmanı karşısında belirdi. Beklediğinden daha yaşlıydı. Üzerindeki uzunca cüppe epeyce giyildiğini belli edecek kadar eskiydi. Cılızdı. Bakımsız saçları ve sakallarıyla dilenciye benziyordu. Ama gözlerinde ne korku ne heyecan vardı. Kendine güvenen sert bir bakışla,
"Sende kimsin? Burda ne arıyorsun?" dedi. Sesi tok ve gür çıkmıştı.
Artenis adamdan hiçte etkilenmemişti. Kendinden olabildiğince emin ve vahşice bir memnuniyetle,
"Ruhunu tanrına göndermeye geldim." dedi ve kapıdan içeri girdi.
Aslında bu sözünden sonra düşmanının ona saldırmasını bekliyordu fakat adam ürkerek geriledi. Arkasındaki masaya çarptı, yere bir kaç şişe ve cam kap düşerek kırıldı.
"Benim sana ne zararım var? Yeter ki söyle ne istiyorsan yaparım?" diyerek iyice masaya dayandı.
Artenis böyle oyunlara gelmeyecek kadar deneyimliydi.
"Vay be! Bütün ülkeye korku salan büyük savaşçıya da bakın keşke seni şehirde kıstırsaydım da bu halini herkes görebilseydi. Silahını çek ve erkek gibi öl." dedi ve adamın üzerine doğru atıldı.
Aralarındaki iki adam boyu mesafeyi neredeyse iki adımda kapatan Artenis sağ elindeki baltayı adamın boynuna doğru savurdu. Pelerini kolunu savurmasıyla havalandı. Kara bir gölge gibi adamın karşısındaydı.
Son saniyelerinde zavallı adamın ağızından bir kaç kelime döküldü.
"Zan ya-ley don pure!"
Bu sözlerle birlikte Artenis karnına bir top mermisi yemiş gibi kapının dışına kadar sürüklendi. Ne olduğunu anlamasına zaman bulamadan cılız adam başında belirdi ve
"Yanlış adamı buldun Khalmendor'un köpeği, ben aradığın kişi değilim. Brana fuu"
Artenis zaten acısından kıvranırken birden nefes alamaz oldu. Birisi boğazına sarılmış gibiydi ama boğazını tutan kimse yoktu. Ellerini boynuna götürdü nefes almak istiyordu. Ağızını açıyor, nefes almaya çalışıyordu ama nafile. Patlayacak gibiydi bütün kan beynine toplandı. Adi büyücüyü hala duyabiliyordu.
"Fakat burada karşılaştığın Bachus de olsaydı sonun aynı olacaktı pislik!"
Soluk borusu kırılcak gibi sıkıldı. Artık dayanamıyordu, kendini bırakmayı ve ölmeyi düşündü. Elleri iki yana düşmüş bedeni gerilmişti. Gözleri son kez adamı gördüğünde üzerine tükürüyordu. Sol eli belindeki hançeri tuttu. Kınından çekmesiyle adamın ayak bileğini kesmesi bir oldu. Büyücü acı içinde haykırarak yere düştü. Artenis'in birden nefesi açıldı ve öyle derin bir nefes aldı ki ciğerleri yırtıldı sandı. Beyni uyuşmuştu, kendinde değildi fakat ne yapacağını biliyordu. Yerden doğruldu. Dizlerinin üzerine kalktı. Cılız adam yanındaydı.
Büyücü elini uzattı, "Vas fla... ııgh."
Önce sesi kesildi sonra eli düştü. Göğsündeki hançere baktı, öldü.